Mersin (İçel) Havadis

REKLAM ALANI

(980x100px)

Esnek veya Sabit Ölçü Verebilirsiniz.

Ön yargılar ve efsaneler iklim krizi ile mücadeleyi başarısızlığa uğratabilir

NÜKLEER ENERJİ KONUSUNDA OLUŞAN ÖN YARGILAR VE EFSANELERİN, İKLİM KRİZİ İLE MÜCADELEYİ BAŞARISIZLIĞA UĞRATABİLECEĞİ BİLDİRİLDİ.

REKLAM ALANI

(728x90px)

Esnek veya Sabit Ölçü Verebilirsiniz.
Ön yargılar ve efsaneler iklim krizi ile mücadeleyi başarısızlığa uğratabilir
194 views
28 Eylül 2020 - 11:40
REKLAM ALANI

(300x250px)

Esnek veya Sabit Ölçü Verebilirsiniz.

Nükleer enerji konusunda oluşan ön yargılar ve efsanelerin, iklim krizi ile mücadeleyi başarısızlığa uğratabileceği bildirildi.

İklim değişikliğinin şiddetli etkileriyle karşı karşıya kalan genç neslin dünyayı kurtarmak için giriştikleri mücadelelerine odaklanan The New Fire (Yeni Ateş) adlı belgeselde yer alan, “Ya aslında iklim değişikliğinin çözümü gözümüzün önünde bir yerlerde saklanıyorsa” sorusu, tüm dünyanın iklim krizi ile mücadelede sorulması gereken önemli sorulardan birini oluşturuyor.

Nükleer enerjinin popüler kültürde ve çevre topluluklarının büyük bir bölümü tarafından nasıl kötü gösterildiğinin altını çizen belgesel, işletme süresince zararlı salınımlara neden olmayan nükleer santrallerin, önyargılar yüzünden iklim krizi ile mücadelede neden yeterince değerlendirilemediğini gözler önüne seriyor.

Çevre sorunlarına odaklanan bu belgesel ile ‘kötü nükleer’ algısı hakkındaki geleneksel bilgileri alt üst eden Emmy ödüllü yönetmen David Schumacher’in, “Bu filmle seyircilere iklim değişikliği ile mücadelede onları şaşırtabilecek teknolojik bir çözümün olduğunu gösterdik. Varsayımlara dayalı bir nükleer kazadan çok, kontrolsüz iklim değişikliğinin risklerinden korkuyorum. İklim değişikliğinin ölçeği neredeyse anlaşılmaz ve insan ırkının geleceğini tehdit ediyor” sözleri, bu krizin çözümünde nasıl bir yol izlenmesi gerektiğine de ışık tutuyor.

İklim değişikliği mücadelesinde önemli

Küresel ısınmanın getireceği felaketlerin önlenmesinde anahtar rol oynayan alanlardan biri de nükleer enerjinin de aralarında bulunduğu düşük karbonlu enerji seçenekleri. Ancak nükleer enerji santrallerine yönelik olarak ‘güvenli olmadıkları, etraflarına radyasyon yaydıkları, kaza ihtimali taşıdıkları’ gibi başlıklar, onlarca yıldır olduğu gibi halen nükleer karşıtlarının en fazla dile getirdiği konular arasında yer alıyor. İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Enerji Enstitüsü E. Öğretim Üyesi Prof. Dr. Beril Tuğrul, nükleer enerjiyle ilgili adeta bir ’mit’ haline gelen bu inançların gerçeği yansıtmadığını kaydederken, ülkelerin enerji gereksinimlerini temiz ve güvenli bir yoldan karşılayabilmeleri için nükleer enerjinin bir ihtiyaç olduğunun altını çiziyor.

Tuğrul’a göre, iklim değişikliği, aslında nükleer enerjiye neden ihtiyaç duyulduğunu da ortaya koyuyor. “İklim değişikliğiyle mücadele etmemiz gerekli ve bunu yapmak için de nükleer enerji kullanmamız gerekecektir” diyen Tuğrul, “Nükleer santraller hem güvenli ve temiz enerji ihtiyacını karşılayabilmesi ve hem de çevresel kaygılara cevap verebilmesi nedeniyle öne çıkan önemli bir enerji seçeneği olmaktadır. Nitekim, Paris’te yapılan COP21 ve son olarak Madrid’de yapılan COP25’te de nükleer santrallerin desteklenmesinin gerekliliği dile getirilmiştir. Madrid’deki Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı’nda konuşan Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) Genel Müdürü Rafael Mariano Grossi, ’Nükleer enerji dünyada görmekte olduğumuz sorunların etkilerini iyileştirme konusunda önemli bir role sahip ve böyle olmaya da devam edecek’ demişti. Dolayısıyla son dönemlerde nükleer enerjiye destek artmaktadır. Bu bağlamda, nükleer enerjiye yapılan haksızlık sona ermeli, hem çevreci hem temiz bir enerji olduğu artık herkes tarafından kabul edilmeli” ifadelerine yer verdi.

Nükleer enerji ile ilgili yanlış varsayımların ve efsanelerin oluşturduğu korku ve kaygılar yüzünden insanlığın iklim değişikliği ile mücadelesinin sekteye uğramaması gerektiği de Tuğrul’un dikkat çektiği önemli noktalardan biri.

Tasarımdan işletmesine son teknoloji güvenlik sistemleri

Dünyada şu anda 442 nükleer güç reaktörünün elektrik ürettiğini, İngiltere, Fransa, Japonya ve Türkiye dahil 19 ülkede ise 53 nükleer güç ünitesinin inşa halinde olduğunu hatırlatan Tuğrul, şöyle konuştu:

“Önümüzdeki süreçte nükleer enerjiden elektrik temini giderek artacaktır. Nükleer santraller normal işletme şartlarında çevre için bir risk oluşturmamaktadırlar. Risk, bir kaza yaşanması durumunda ortaya çıkabilmektedir. Ancak nükleer santrallerde de kazaları önlemek için önemli bir dizi teknolojik uygulama söz konusudur. ‘Derinliğine Güvenlik İlkesi’ne göre, kısaca üst üste konmuş koruganlar ve güvenlik sistemleri günümüzün nükleer santrallerinin tasarımlarından başlayarak inşaatında ve işletilmesinde göz önüne alınmakta ve hayata geçirilmektedir. Bu yaklaşıma göre yakıt elemanlarından başlanarak uygun yakıt zarfı, uygun reaktör kabı, biyolojik zırh, çift katlı reaktör dış güvenlik kabuğu tasarımı ve üst üste bir dizi yapısal tedbirin alınmasına kadar her aşama ayrıntılı bir şekilde tasarlanmaktadır. Söz konusu sistemler, en uygun mühendislik tasarımlarıyla ve olabilecek en büyük kaza senaryolarında devreye girecek tehlike anı önlemleriyle de desteklenmektedir.”

‘Derinliğine Güvenlik İlkesi’nin, nükleer santrallerde 5 ayrı seviyede uygulandığını söyleyen Tuğrul, “Pek çok ayrı bileşenden oluşan güvenlik sistemleri birbirlerini tamamlayarak nükleer santralleri hem tesisi etkileyebilecek iç arızalardan hem de deprem, fırtına, uçak çarpması ve yangın gibi dış etkenlerden korunaklı hale getirmektedir. Nitekim bunların hayata geçirilmesi de bir zorunluluktur. Zira ulusal ve uluslararası mevzuat bunu gerektirmektedir. İşletme şartlarında da derinliğine nükleer güvenlik şartlarının sağlanıp sağlanmadığı hem ulusal otorite kurumları ve hem de Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı tarafından denetlemelerle kontrol edilmektedir. Bu denetlemeler periyodik olarak yapıldığından süreklilikle nükleer santrallerin güvenli olduğu hakkında bilgi sahibi olunmaktadır. Akkuyu’da kurulmakta olan yüksek güçlü VVER tipi basınçlı su reaktörleri de derinliğine nükleer güvenlik felsefesine uygunluğu sınanmış teknolojilerdir. Ülkemizde hayata geçireceğimiz nükleer santral projeleri ile hem Türkiye’nin her geçen yıl giderek artan enerji ihtiyacı karşılanmış olacak hem de gelecek nesiller için güvenli ve temiz çözümler üretilmiş olacaktır” ifadelerini kullandı.

“Yeni nesil santrallerde risk en aza indirilmiş durumda”

Alman Karlsruhe Teknoloji Enstitüsü’nde Nükleer Mühendislik Bölümünde ‘nükleer kazalar ve radyasyon güvenliği’ üzerine çalışan Nükleer Enerji Mühendisi Onur Murat’a göre, özellikle yeni nesil nükleer santrallerde güvenlik açısından riskler en aza indirilmiş durumda. Nükleer enerjide teknoloji ve güvenlik soruları yerine artık başka sorular sorulması gerektiğini kaydeden Murat, geçmişte yaşanan kazalarla bugünü aynı potada değerlendirmenin ve böylece ’nükleer santrallerin güvenli olmadığı’ sonucuna varmanın doğru olmadığını şu sözlerle dile getirdi:

“İlk nesil nükleer reaktörlerden sonra her gelişen ve devam eden nesilde güvenlik ve kontrol sistemleri de gelişmiştir. 1979 yılında yaşanan Three Mile kazası, 1986 yılındaki Çernobil ve 2011’deki Fukushima kazaları da tabii ki, bu sistemlerin geliştirilmesinde veya önlemlerin alınmasında yol gösterici olmuştur. O kazalar birbirleriyle karşılaştırılabilir kazalar değildir. Ve bu kazalardan ders çıkarılmıştır. Ancak yeni nesil reaktörlerde artık Çernobil ve Fukuşima gibi kazaların yaşanması da söz konusu değildir. Bu yüzden bugün Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nde de kullanılacak olan 3+ nesil VVER-1200 tipi reaktörlerden söz ederken, kişilerin nükleer teknoloji ve güvenlik konularındaki endişelerini dile getirmekten çok ‘nükleer reaktör neden bir ihtiyaçtır’, ‘ekonomik olarak bir avantaj sağlayacak mıdır’ ya da ‘kurulum ve operasyon sırasında taraflar hangi sorumlulukları alacaklardır’ gibi soruları sormaları gerekiyor.”

Radyasyon efsanesi

Nükleer reaktörlerin radyasyon yayarak etraflarına tehlike saçtığı efsanesi de nükleer karşıtlarının sıklıkla iddia ettiği bir konu. Radyasyon yayan doğal ve yapay kaynaklar içinde nükleer reaktörlerin en küçük oranlardan birine sahip olduğunu belirten Nükleer Enerji Mühendisi Onur Murat, nükleer reaktöre yakın bir yerde oturulsa bile, buradan doğal kaynaklı radyasyonlarla karşılaştırılabilir seviyelerde doz alınacağına dikkat çekiyor.

İnsan vücudunun farklı kaynaklardan aldığı radyasyonun tüm vücuda etkisini anlatmak için Sievert (Sv) birimi ile ifade edilen ‘etkin doz’ kavramının kullanıldığını ifade eden Murat, şöyle devam etti:

“Kullandığımız eşyalarda, içilen sigarada ve yediğimiz yiyeceklerde de radyasyon vardır. Yeryüzünden 0,6 mSv, yiyecek ve içeceklerden 0,3 mSv, vücudumuzdaki uranyum ve toryumdan 0,2 mSv, binalardaki radon gazlarından 1,5 mSv radyasyon dozu alırız. Dünyanın neresinde yaşadığımıza bağlı olarak doğal radyasyon kaynakları nedeniyle aldığımız yıllık etkin doz oranı, 2 ila 7 mSv arasında gerçekleşir. Gerek film çekimlerinden gerekse tedavi nedeniyle aldığımız tıbbi amaçlı etkin dozda yılda yaklaşık 3 mSv kadardır. Yani, doğal radyasyon seviyesi kadardır. Nükleer güç santralleri için ulusal ve uluslararası düzeyde kabul edilen etkin dozo ranı yıllık 1 mSv’dir. Santral civarında yaşayan bir kişinin yılda ortalama 0,0001 mSv etkin doza maruz kaldığı ölçümlenmiştir ki, bu rakam da doğal radyasyon seviyesinin bine 1’ine karşılık gelmektedir.”

REKLAM ALANI

(728x90px)

Esnek veya Sabit Ölçü Verebilirsiniz.
EN ÇOK KAZANANLAR
    EN ÇOK KAYBEDENLER
      EN ÇOK İŞLEM GÖRENLER
        BUGÜN 1000TL NE OLDU?
        • -

          BORSA

        • -

          DOLAR

        • -

          EURO

        • -

          ALTIN

        KUR ÇEVİRİCİ

        Para Birimi

        Çevrilecek Para Birimini Seçin

        Sitemizde yayınlanan haberlerin telif hakları gazete ve haber kaynaklarına aittir, haberleri kopyalamayınız.